Burası Paraguay! Buradan çıkış yok! (Vol II)

Dün Paraguay’dan çıkış maceramızın Mariscal’e kadar bölümünü anlatmıştım. Bugün kaldığımız yerden devam edelim.

Elektrik çarptıktan sonra yatağıma uzanıp bilgisayarımı açtım. Bari bir dizi koyup kendime geleyim dedim. Türkiye’deyken  The Mentalist’in 3. sezonuna başlamıştım. Daha bölümün sonuna gelmeden gözlerim kapanmaya başladı. Bu arada saat 2 olmuştu. Bilgisayarımı sırt çantama yerleştirip uyudum.

Uykumun tam derin yerinde birden kapının güm güm vurulduğunu duydum, bu sırada Çağdaş da uyanmış “abi kapıda biri var galiba” diye uyku sersemi mırıldanıyordu. Kapıyı açmak için yatakta doğrulup ayaklarımı zemine doğru uzattığımda bacaklarım suya gömüldü. “oha odayı su basmış” dedim. Uyku sersemi, acaba elektrik çarptıktan sonra can havliyle suyu açık bıraktım da ondan mı odayı su bastı, diye düşünüyorum. Karanlıkta el yordamı hemen yatağın yanındaki sırt çantasına uzandım ve sırt çantamı yatağın üzerine koydum. Kapıyı zorlukla açtım ki gördüğüm manzara ile işin boyutunu anladım. Bütün otel sel altında kalmıştı. Bereket versin ki karşı odada kalan Paraguaylı avcı (daha sonra onu da anlatacağım detaylı olarak) kapımızı çalıp bizi uyandırmıştı.  Saatime baktım 4:30’du demek ki bu bahsettiğim felaket topu topu 2 saat içerisinde olmuştu.

Otel odası

Otel odası

Hemen ışıkları yakıp zaiyatımızı kontrol ettim. Sırt çantam yarısına kadar su almış. hemen pasaportumu ve bilgisayarı çıkarıp yatağın üzerine serdim. Oda berbat haldeydi. Odanın içinde kurbağalar yüzüyor, suyun üzerinde böcek sürüleri kendilerine kuru bir yer arıyorlardı. Bu arada kurbağa dediğime bakmayın, bunlar bizimkiler gibi değil bildiğiniz insan kafası büyüklüğünde dev kurbağalar. Fotoğraf ile yakalayamadım büyükleri zira çok hızlı yüzüyorlar. Ama bir kaç tane küçük kurbağanın fotoğrafını çektim.

 

Odadaki kurbağalar

Odadaki kurbağalar

Hepimiz bavullarımızı eşyalarımızı suyun içerisinden çıkarıp yatakların üzerine çıkardık. Avludaki iki plastik masayı da odaya taşıdık kalan eşyalarımızı onun üzerine koyduk. Odalar ve avlu  normal zeminden yüksekte yer aldığı için suyun derinliği dizi geçmiyordu. Ancak otelin bahçesi -ki resepsiyona gitmek için bahçeyi aşmak gerekiyor-  bel hizasında su ile kaplıydı. Resepsiyona gidip otel görevlisi ile konuşup ne yapacağımızı sormak için Çamurlu suya daldım. Zorlukla resepsiyona gittim. Bu arada yağmur tüm hızı ile devam ediyordu. Resepsiyon kısmı kilitliydi, dışarıdaki zili yaklaşık 15 dakika çalmama rağmen kimse açmadı. Resepsiyon kısmının hemen üzerinde terasa yapılmış bir kulübede kalan resepsiyonist kadını uyandırmak mümkün olmadı.

Tekrar yüzer adım odaya döndüm. Bizimkilere durumu anlattım. Sabaha kadar beklemekten başka çaremiz yoktu. Yatakların üzerine tüneyerek sabahı ettik. Neyse ki su seviyesi daha fazla yükselmedi. Sabah olduğunda yine yarı yüzer yarı yürür vaziyette otelin dışına çıktım. İşte o zaman durumun tüm vehametini gördüm. Şimdi bu Mariscal denen yerin ortasından bir yol geçiyor. Bizim otel  yolun sağ tarafında sol tarafta ise askeriye, havalimanı falan var. Havalimanı dediğime bakmayın. Toprak pist, kulübe ve 3-4 pırpırlı uçaktan oluşan havalimanlarından. Neyse bizim otelin de bulunduğu yolun sağ kısmı tamamen su altında kalmış. Otelin önünde bizi gece uyandıran Paraguaylı avcı ile karşılaştım ve bir gece önce bizi uyandırdığı için ona teşekkür ettim. Adam “kaldığımız otelin adını biliyor musun?” diye sordu. Bilmiyorum, dedim. Bak, diyerek otelin tabelasını gösterdi.

Otelin tabelasında süslü bir yazı ile “LA LAGUNA” yazıyordu. Laguna ispanyolca’da ufak göl anlamına geliyor. Adamla kahkahaları koyverdik. Adam, işte bizim otel asıl şimdi gerçekten göl oldu dedi.

Baktık kasabanın kalınacak hali kalmamış ki yağmur artarsa su seviyesi daha da yükselebilir ve bizim bir tane bile kuru eşyamız kalmamış, dedik biz en iyisi burada daha fazla kalmayalım, Bolivya yönüne doğru devam edelim. Bolivya’ya giden otobüsün saatlerini öğrenmek için grubun ispanyolca bileni olarak terminale doğru yola çıktım. Yola çıktım ama gelin bir de bana sorun o yola çıkmak için neler çektim. Her taraf bel hizasında su ve zemin balçık. Ayağımdaki sandaletler sürekli balçığa batıyor ve ayağımdan çıkıyor. Sandaletleri ayağımdan çıkarıp elime aldım ve yalın ayak balçıkta bata çıka asfalt yola kadar çıktım. Asfalt yol tümsek üzerine yapıldığı ve zeminden fazlası ile yüksek olduğu için su altında değildi. Yaklaşık 2 km yürüyüp terminale vardım. Terminal de yolun sağında ve yoldan 200 mt uzakta  yer aldığı için tamamen su altındaydı. O yüzden oraya yüzmeden önce yolun kenarındaki bir kulübede selden zarar gören eşyalarını kurtarmak için uğraşan bir adama, Bolivya otobüsü için bilet almak istediğimi, nereden alabileceğimi sordum. Adam, Terminalden sadece köy dolmuşlarının kalktığını, Bolivya otobüsünün Asuncion’dan gelip buradaki Migracion ofisinin önünde yolcu aldığını söyledi.

Çaresiz Migracion bürosuna doğru yürümeye başladım. Migracion bürosu bir ülkeye giriş ve çıkış yaparken pasaportlarınızı damgalattığınız bürolar. Bolivya sınırından 300 km önce migracion bürosunun olmasına şaşırarak yoluma devam ettim. Migraccion bürosu yolun sağ tarafında etrafında selden oluşan çamurlu bir denizin ortasında bir ada gibi yükseliyordu. Orada şaşkın şaşkın bekleyen bir aman kadın gördüm. Kadın Bolivya yönünden geldiğini ve pasaportuna Paraguay’a giriş damgası vurmak için Migracion bürosuna ulaşmaya çalıştığını söyledi. Ama migracion bürosunun çevresi bildiğiniz deniz gibi suyla kaplı olduğu için oraya geçememiş. Kadınla beraber çaresiz migracion bürosuna doğru yüzdük. Kim derdi ki Paraguay’da tanrının unuttuğu bir yerde Alman bir kadınla beraber çamurlu bir deryada yüzeceğiz. Neyse Migracion’a Bolivya için otobüsün ne zaman geleceğiniz sordum. Görevli kadın gece 2’de geliyor, dedi.

Benim otobüs sorduğumu duyan Alman kadın deli misiniz, Bolivya, Paraguay arasındaki yol tamamen toprak ve şu an sular altında. Benim bindiğim otobüs iki kere yolda kaldı 3 günde gelebildim. Sakın ama sakın otobüse binmeyin dedi. Asuncion’a geri dönüp Arjantin üzerinden Bolivya’ya geçin dedi.

Buyur burdan yak! Çaresiz otele dönüp bizim çocuklara durumu anlattım. Asuncion’a geri dönmek ve Arjantin üzerinden Bolivya’ya geçmek hem müthiş para kaybı hem de zaman kaybı demekti. Kaldı ki bütün eşyalarımız ıslanmış rezil haldeydik. Bizimkilere, kiralık bir kamyonet bulalım onunla kendimizi Bolivya’ya atalım dedim.  Hepimizin aklı bu çözüme yattı. Sonuçta Arjantin üzerinden Bolivya’ya gitmek hem daha çok zamana hem de daha çok paraya malolacaktı.

Dışarı çıkıp şöförlü bir kiralık kamyonet aramaya başladım. Önce Bolivya sınırında herhangi bir yerleşim olup olmadığını, sınırda Bolivya içerisindeki büyük şehirlere kalkan otobüs bulup bulamayacağımızı sordum. Bana sınırda bir Bolivya kasabası olduğunu, orada banka, otobüs, otel her istediğimi bulabileceğimi söylediler. Tamam dedim kendimizi Bolivya sınırına atarsak bu iş tamam. Tam gaz kamyonet aramaya devam ettim. Bu arada belki pırpırlı bir uçak bulur da Bolivya’ya ulaşabiliriz diye havalimanına gitmeyi de ihmal etmedim. Havalimanında uçak yoktu. Çaresiz bir kaç saat kamyonet aradım. Bir kaç uyanık kamyonetleri olduğunu söyleyip 700 dolardan pazarlığa başladılar ki bu çok yüksekti bizim için. Otele geri döndüğümde bizim Paraguaylı komşu ile tekrar karşılaştım. Kamyonet bulamadığımızı söyleyince, kasabada bir kaç tanıdığının olduğunu belki kamyonet bulabileceğini söyledi. Çağdaş’ı da yanımıza alıp Paraguaylı avcı ile kasabanın içlerine doğru gittik. Adamcağız sağolsun gece bizi uyandırıp daha fazla zarara uğramamızı engellediği gibi şimdi de bizim için balçığa dalıp kamyonet aramamıza yardımcı oluyordu. Adam ile yol boyunca yaptığımız sohbette bize bir avcı olduğunu ve ülkeyi dolaştığını anlattı. Belindeki 7,65’lik tabanca dediklerini doğrular gibiydi. Ama Jaguar vurdum, ren geyiği vurdum diye bol keseden ballandıra ballandıra maceralarını anlatmaya başlayınca, çağdaş ile ben, aha tam avcı muhabbeti, diyerek bol bol güldük.  Bu arada su yer yer çekilmeye başlamıştı. Bata çıka adamın arkadaşının evine gittik. Adamın arkadaşı da uyanığın önde gideni çıktı, bizden Bolivya sınırına kadar 600 dolar istedi. Çaresiz otele geri döndük.

Oturup yine kendi aramızda durum değerlendirmesi yaptık. Kamyonetler için istenen para çok fazlaydı ve bunu karşılamamız mümkün değildi. Çaresiz Mariscal’e 2 saatlik mesafedeki Filedelfia’ya dönüp orada kendimize bir otel bulmaya ve eşyalarımızı yıkatmaya karar verdik. Filedelfia’ya giden otobüs için bilet almaya Terminale doğru yollandım. Yol kenarında bir tamirhane ve tamirhanenin önüne parketmiş bir jipin etrafında 5 kişi vardı. Dur dedim bunlara kamyonetiniz var mı diye sorayım.

Adamların yanına gidip merhaba dedim ve durumu anlattım. Tamirci adam kamyoneti olan bir arkadaşı olduğunu söyledi ve arkadaşına telefon etti. Kamyonet sahibi 280 dolara Bolivya sınırına götürebileceğini söyledi. Tamam dedim çağır arkadaşını. Bu arada jipin sahibi nereli olduğumu sordu. Türkiye’den ‘dan geldiğimi söyleyince; Mustafa Kemal diye haykırdı. Şaşırdım nereden biliyorsun dedim adama. Adam , Mustafa Kemal büyük adam dedi, sizin ülkeyi özgürleştirdi. Şaşırdım. Adam, sizin ülke dedi, Mustafa Kemal sayesinde kadınlara seçme seçilme hakkı verildiğinde Amerika Birleşik Devletlerinde bile kadınların bu hakkı yoktu dedi. Yuh dedim nereden biliyorsun bunları. Adam Paraguay’ın medeni yasası Türkiye’den alındı, oradan biliyorum. Ben de, ne tesadüf biz de İsviçre’den almışız dedim, gülüştük.

Bizim 4 çekerli kamyonet tamicinin dükkanına geldiğinde, tamam dedim bu araç bizi Bolivya’ya götürür. Otelin önüne kamyonet ile geldiğimde bizimkiler çok şaşırdı. Kamyonet bulamayacağımıza kendimizi iyice inandırmıştık. Kamyonete eşyalarımızı yükleyip Migracion bürosuna gidip pasaportlarımızı imzalattık. Hepimizin çamura girmesine gerek olmadığı için ben pasaportları alıp büronun etrafını saran suya daldım. Su zaten iyice çekilmişti. Migracion bürosunda görevli kadına pasaportlarımızı çıkış damgası için verdiğimde kadın çağdaşın pasaportunu alıp uzun uzun inceledi. Bu kim, dedi, arkadaşın mı? Evet arkadaşım beraber geziyoruz, 1 ay sonra o Londra’ya dönecek ben gezmeye devam edeceğim dedim. Kadın evli mi bekar mı diye sordu. Bekar diye cevap verdiğimde, kadın, ahh ahh çok yakışıklı çocukmuş keşke pasaportları damgalatmak için onu da yanında getirseydin dedi. Gülüştük.

Pasaport işlemlerini bitirdikten sonra kamyonete geri döndüm. Sınırda Migracion bürosu olmadığı için yaklaşık 300 km boyunca Paraguay içerisinde pasaportlarımıza çıkış damgası vurulmuş bir biçimde illegal seyahat edecektik. Yani düşünsenize birileri sizi sınıra varmadan öldürüp yol kenarına atsa, siz Paraguay’dan çıkmış gözüktüğünüz için Paraguay devletinin herhangi bir sorumluluğu olmayacak.

Yol üzerinde bir marketin önünde durup, eşyalarımızı  yağmura karşı korumak için  kamyonetin kasasını branda ile örttürdük. Marketten de Kola ve bisküvi alıp güle oynaya yola çıktık. Yol boyunca başımıza gelecekleri bilseydik inanın o kadar sevinmezdik..

Tuttuğumuz kamyonet

Tuttuğumuz kamyonet

 Yarın:

Paraguay ormanlarında sürünüyorum

9 Responses to Burası Paraguay! Buradan çıkış yok! (Vol II)

  1. Yalçın Aydın

    Güney Amerika’ya gidince yanında su geçirmez bir makine olması lazım (bkz. Panasonic TS3/TS4), bunu da öğrenmiş bulunduk:)

  2. aglea

    koray, nefes nefese okudum! çok geçmiş olsun ya. elektrik çarpmasından tut, sele kadar. pff.

    en sonundaki paraguay’lı atatürkçü gerçekten komikti yalnız:)

  3. ersoy

    pentax k5 derim ;)

    • Yalçın Aydın

      Yağmur falan kurtarır da suyun içinde K5’in de yapabileceği pek bir şey yok:)

      Not:Yoruma yorum için yorumun sağındaki ‘Cevapla’yı kullanabiliyoruz.

  4. Murat Çimen

    Ziyanını karşılamaları söz konusu mu? (not: commentten sonra yorum geldiğinde email atılsa negzel olur)

    • Koray Doğan Üresin

      Adamların otelleri başlarına yıkılmış hangi zararı karşılasınlar. Hem 5 dolarlık otele bana laptop alın, nasıl diyeyim :) Sigorta şirketleri bile doğal afetleri seyahat sigortası kapsamına almıyor :)

  5. hukumsuzmecmua

    sabah sabah macera kitabı ruhu yaşadım. 8:30’dan beri friendfeed’deki kemiğini sana batıran catfish’den başlayıp o hikayeden bu hikayeye blogunu okuyorum. süpermiş. ben senin yerinde olsam “sonra ne olacak” endişesiyle depresyona girerdim sanırım. yani bütün bu maceralar bu gezginlik bitince, sonra nasıl yapacağım endişesi. insanın özgürlüğü, kaygılarının başladığı yerde kısıtlanıyor sanırım.

Bir cevap yazın