Burası Paraguay! Buradan çıkış yok! (Vol. IV)

Bugün Paraguay’dan çık(ama)ma maceramızın 4. ve son bölümünü anlatayım.

Rüşvetçi askerlerden, rüşvetlerini verip kurtulduktan sonra sınıra doğru hareket ettik. Hava iyice kararmaya başlamıştı. Sınıra vardığımızda gördüğümüz manzara yaşadığımız önceki tersliklerin aslında yaşayacaklarımızın yanında devede kulak kaldığını anlamamızı sağladı.

Önce bir tane sınır kapısı inşaatının altından geçtik ve sınıra vardık. Sınır dediğim 6 tane varil ile yolun kesilmesinden ibaretti. Varillerin  sol tarafında inşaatçıların kullandığı küçük bir konteyner, sağ tarafında ise Bolivya Gümrük Binası vardı. Gümrük Binası dediysem plaza falan sanmayın, tek odalı bir kulübe. Gümrük Kulübesinin arkasında ise birbirlerine mesafeli 3 kulübe daha vardı. Sınırın Paraguay tarafında ise parketmiş 3 tır vardı.

Sınır kapısı, Gümrük Kulübesi ve en sağda gece kaldığımız bekçi kulübesi

Sınır kapısı, Gümrük Kulübesi ve en sağda gece kaldığımız bekçi kulübesi

Patos reklamı değil, bildiğiniz Paraguay-Bolivya sınır kapısı

Patos reklamı değil, bildiğiniz Paraguay-Bolivya sınır kapısı

Manzarayı görünce “aha dedim şimdi ayvayı yedik”.

O sırada Gümrük kulübesinden yanımıza doğru 30 yaşlarında bir adam salına salına  yaklaştı ve; Ne yapıyorsunuz burada? Neden geldiniz? dedi.

Adama, Bolivya’ya geçmek için geldiğimizi, kasabaya gidip bir otel bulacağımızı, söyledim.

Adam şaşırmış bir halde, Manyak mısınız siz? En yakın kasaba 250 km ötede, dedi.

Nasıl yani, dedim. Mariscal’deki insanlar bana burada kasaba olduğunu, otel, banka ve terminal bulabileceğimizi söylediler, dedim.

Adam üst perdeden kahkaha ile  gülmeye başladı. Eliyle etrafı göstererek, burada kasaba namına tek göreceğinizi bu 3 kulübe, dedi.

Olamaz, dedim. Ama bizim yatacak bir yere ve Bolivya içlerine gitmemizi sağlayacak bir otobüse ihtiyacımız var, dedim.

Gümrükçü ciddileşerek, yok dedi ne kalacak yer ne de araç bulabilirsiniz burada. Yarın öğlen Asuncion tarafından otobüs gelecek. Öğlene kadar beklerseniz ona binebilirsiniz. Onun dışında yapabileceğiniz bir şey yok.

Sınır kapısında bekleşen tırlar

Sınır kapısında bekleşen tırlar

Bu arada Çağdaş ve Gönenç İspanyolca bilmediği için şaşkın şaşkın bize bakıyorlar. Durumu onlara anlattım. Haliyle ikisi de buz kesti.  Hemen bizim şoföre dönüp; bak seninle sınıra kadar anlaşmıştık ama burada ne otel ne de terminal var. Açıkta kaldık. Bizi Bolivya içinde ilk kasabaya kadar götür sana daha fazla ödeme yapalım, dedim.

Şoför tamam ben sizi götürürüm götürmesine ama benim aracımın Bolivya’ya girmek için belgeleri yok ki? Eğer gümrükçü izin verirse götürebilirim, dedi.

Gümrükçüye dönüp, bize bu iyiliği yapar mısınız, diye sordum.

Gümrükçü Nuh dedi peygamber demedi. Bir türlü izin vermedi ki istese izin verebilirdi. Daha sonra neden izin vermediğini ve ne emeller beslediğini anlayacaktım.

Kendi aramızda konuştuk, iki alternatifimiz vardı ya kamyonet ile birlikte o kadar saatlik yolu geri gidip Çamur deryası Mariscal’e dönecektik ya da burada inip dışarıda sabahlayacaktık. Gemileri yaktık geri dönüş yok diyerek, bir hışımla tüm eşyalarımızı kamyonetten indirdik ve kamyonetçiyi geri yolladık.

Gümrükçü ile başbaşa kalmıştık. Gümrükçüye, ee ne yapacağız şimdi, dedim.

Gümrükçü, sen ne istersen şekerim dedi.

Gümrükçüye bir gece önce Mariscal’de başımıza gelen sel felaketini, tüm eşyalarımızın ıslandığını, nasıl aç, yorgun ve uykusuz olduğumuzu bir çırpıda anlattım. Su, yiyecek ve sabaha kadar beklemek için kapalı bir alana ihtiyacımız olduğunu söyledim.

Adam tamam eşyalarınızı alın yoldan bir çaresine bakarız dedi. Hep beraber Gümrük kulübesine gittik. Bir süre yanımızdan kaybolduktan sonra kulübeye gelip, eşyalarınızla birlikte beni takip edin dedi. Zifiri karanlıkta çamura batmamak için özen göstererek onu takip ettik. Gümrük kulübesinin hemen yanında yüklük olarak kullanılan bir gece bekçisi kulübesi vardı. Kapısı falan kapanmıyordu ama en azından üstü kapalıydı.

Gümrükçü, burası kurudur hem vahşi hayvanlardan da korunursunuz içeride, sabaha kadar burada bekleyebilirsiniz, dedi. Kulübeye birip içerideki ıvır zıvırı bir kenara yığıp bavullarımız için kendimize yer açtık ve adama teşekkür ettik. Selden kaçarken doluya tutulmuştuk. Sabaha kadar bavullarımızın üzerine tüneyecektik.

eşyalarımızı yerleştirmiştik ki Gönenç tuvalete gitmek istediğini söyledi. Gidip gümrükçüye kapalı tuvalet var mı diye sordum. Adam, sen mi gireceksin tuvalete? Git şurada ağaçların altına yap dedi. Yok dedim kız arkadaşımız girecek. İyi dedi gelsin götüreyim tuvalete. Çağdaş ve Gönenç’i çağırdım, adamı izleyip tuvalete gittiler. Ben onları gümrük kulübesinde bekliyordum. Sanırım adam tuvaletin orada jeneratörü de çalıştırmıştı. Gümrük bürosunun lambaları yanmaya başladı. Oh dedim iyi, en azından yakınımızda bir ışık kaynağı var.

10 dakika sonra bizimkiler tuvaletten geri döndü. Çağdaş yanıma yaklaşıp “abi burada dikkatli olmak lazım, ben işerken gümrükçü gelip benim şeyime baktı. Burada inşaatçılar falan da var. Gece bunlar bize bir şey yapmaya teşebbüs edebilirler.”

Yok dedim bir bok olmaz. Kendimizi savunuruz.

Neyse yine kulübeye girdik, Çağdaş İngiltere’den çevirmeli LEd kamp lambası almış. Onu açıp bavullarımızdaki sırılsıklam eşyalarımızı kulübeye ve kulübenin etrafındaki çalılara sermeye başladık. Bir süre sonra gümrükçü bizim bekçi kulübesine gelip, bana, sen gelsene, dedi. Adamı gümrük kulübesine kadar takip ettim.

Selde tüm eşyalarımız ıslanmıştı biz de hepsini çalılara ve kulübenin içine serdik.

Selde tüm eşyalarımız ıslanmıştı biz de hepsini çalılara ve kulübenin içine serdik.

Gümrük kulübesinin içerisinde daha önce farketmediğim bir bölme olduğunu farkettim. Gümrükçü oraya girmemi söyledi. Girdim. İçeride bir şilte, bir sandalye ve spot lambası vardı. Gümrükçü, şimdi seni arayacağım dedi. Adam gümrükçü ya, ben normal bir işlem sanıyorum. Kaldır kollarını dedi. Kaldırdım. Koltuk altlarımı, karın bölgemi falan elleri ile yokladı. Sonra penisimi göstererek, pantalonunu ve donunu indir dedi. Neden? diye sordum. Üzerinde kokain, esrar var mı bakmam lazım dedi. Yok daha neler! dedim. Ben de uyuşturucu falan yok, pantalonumu da indirmeyeceğim dedim.

Benim sinirlendiğimi gören gümrükçü üstelemedi. Kulübeye geri döndüm. Artık açlık ve susuzluğumuz zirvedeydi. Yiyecek ve içecek bir şeyler bulmamız gerekiyordu. Gerisin geri Gümrükçünün yanına döndüm. Durumu anlatıp, yiyecek bir şeyler nasıl bulabiliriz dedim. Bu biraz düşündü ve 500 metre ileride bir kulübe olduğunu, o kulübenin sahibinin gıda maddesi sattığını söyledi. Bir an, ulan dedim bu farklı bir amaçla mı beni ormana çekmeye çalışıyor. Sonra, boşver dedim ne olacaksa olsun bakalım.

Gümrükçü bir tane el feneri alıp önüme düştü. Çamurlara batmamaya çalışarak zifiri karanlıkta ormana doğru ilerliyoruz. Bir sürü çukur ve su birikintisi var. Gümrükçü, dikkat et bak düşersin, diyerek elini uzattı ve tut elimi dedi. Yok dedim ben iyiyim böyle sen yürü.  Ormana doğru bir süre ilerledikten sonra üzerimize doğru 3-4 köpek havlayarak koşturmaya başladı. Köpekleri karanlıktan göremiyordum ama seslerinden birden fazla köpek olduğunu ve hızla üzerimize geldiklerini anladım. Gümrükçü köpeklere doğru ıslık çalıp, sakin olun benim dedi. Gümrükçünün tanıdık sesini duyan köpekler sakinleşti.Biz de bu arada kulübeye iyice yaklaşmıştık.

Bakkala giden yolu ertesi gün fotoğrafladım

Bakkala giden yolu ertesi gün fotoğrafladım

Gümrükçü ile kulübenin önünde üzeri sazlarla örtülü çardağa oturmuş olan bakkal ve karısına merhaba dedik. Bakkal dediğime bakmayın, kulübenin bir odasına 3-4 koli bisküvit, 2-3 reçel ve konserve koymuşlar adına da bakkal demişler. Gerçi böyle sınır kapısına böyle bakkal fazla bile. Hemen içeri girip 3-4 paket bisküvi aldım ve bakkala su istediğimi söyledim. Bakkal, su kalmadığını ama istersem bir tane gazozunun olduğunu söyledi. Çaresiz, iyi gazoz ver o zaman dedim. En azından şekerli olduğu için enerji verir diye düşündüm.

Bakkal amca! Bakkal amca! şekerin var mi? var var unun var mi var var

Bakkal amca! Bakkal amca! şekerin var mi? var var unun var mi var var

aç olunca insanın gözüne hipermarket gibi gözüküyor

aç olunca insanın gözüne hipermarket gibi gözüküyor

Aldıklarımın parasını öderken, çardağın yanında adamın jipi olduğunu gördüm. Aha dedim. Hemen adama dönüp, senyor, bizi en yakın kasabaya ya da şehre götürebilir misiniz. Karşılığını öderiz. Adam daha cevap vermeden bizim gümrükçü atladı, Hayır götüremez!

Tanrım adam resmen oradan gitmemizi istemiyor. Neden ki dedim? Çünkü yakında kasaba yok. En yakın yerleşim 250 km sonra ve saat çok geç oldu. diye cevap verdi..

Gümrükçüyü, sen karışma diye azarladım.

Adama dönüp, Senyor, bakın bizi Villa Montes’e götürün diyerek iki gündür yaşadığımız terslikleri anlattım. Adam, ya tamam ben sizi götürürüm de Villa Montes’te Petrol Sendikacılarının grevi var. Şehrin 20 km dışına barikat kurmuşlar. Şehre giriş ve çıkışa izin vermiyorlar. Ben sizi oraya götürsem bile şehre giremezsiniz.

Adama, yürürüz kalan 20 km’yi dedim.

Adam, yaya olarak da almıyorlar şehre, kaldı ki orası böyle değil ki, çöl orası. Size izin verseler bile 20 km çölde yürüyemezsiniz.

Yaklaşık 20 dakika adam ile ne yapabileceğimizi konuştuk. Santa Cruz yönünde bir şehre ya da kasabaya götür o zaman dedim. Orada blokaj yok.

Bu kez adamın yalnızca 250 km civarı bir mesafe götürecek benzini olduğu ortaya çıktı. Şansıma tükürerek gümrükçüye, hadi geri dönelim, dedim. bu arada bakkalın karısı halime acıyıp içeriden bir tane temiz battaniye getirdi. Alın bununla ısınırsınız gece, dedi. Teşekkür edip ayrıldık

Bakkal/Ev

Bakkal/Ev

Gümrükçü ile çamurlara bata çıka yürümeye başladık. Bu yine iki kere elimi tutmayı teklif etti, ben gerek yok dedim. Benim sağımda yürüyordu ve birden sanki benim sol tarafımdan küçük bir hayvan geçmiş gibi ani bir hareketle bana doğru sanki hayvanı işaret ediyormuş gibi hamle yapıp penisimi avuçladı. Sonra da sanki yanlışlıkla yapmış gibi “ah pardon” dedi. Yürümeye devam ettik.

En sonunda ağzındaki baklayı çıkardı bizimki;

Yıldızlara bak ne kadar güzel değil mi? dedi.

Kafamı yukarı kaldırdım, yıldızlar gerçekten de çok güzel gözüküyordu.

Gümrükçü;

Yıldızların altında sevişmek ne kadar güzel olur. Benimle seks yapsana, dedi.

Gümrükçüye;

Yok sağol istemem, dedim ve adımlarımı hızlandırdım.

Gümrükçünün son tacizi bu oldu. Bir daha tacizde bulunmadı. Hatta kulübedeki şilteyi bana verip, gece bunun üzerinde yatarsınız dedi.

Şilte, battaniye ve bisküvilerle geceyi geçireceğimiz bekçi kulübesine girdiğimde küçük bir mutluluk dalgası yaşandı. Duvarın kenarına bavullarımızı yastık misali dizdik, bavulların hemen yanına da şilteyi enine yerleştirdik. Gümrükçünün şilte üzerinde bol fantezili aktiviteler yaşamış olabileceğini düşünerek şiltenin üzerine bakkal kadının verdiği battaniyeyi serdik. Üç kişi yanyana dizilip uyumaya çalıştık.

geceyi geçirdiğimiz bekçi kulübesi.

geceyi geçirdiğimiz bekçi kulübesi.

Yatağımız

Yatağımız

Sabah erken saatte ayağa kalkıp odaya ve çalılara astığımız elbiselerimizi kurumuş mu diye kontrol ettik. Kurumamışlardı ama en azından dünkü gibi sırılsıklam değildi. Geceden kalan bisküvilerle karnımızı doyurduktan sonra hemen ileriye parketmiş olan tırların yanına gittim. Belki içlerinden biri Bolivya tarafına bizi atar diye düşünüyordum. Tırcıların yanına gittiğim zaman, Villa Montes’teki barikat nedeni ile 5 gündür orada olduklarını ve barikatın bir 5 gün daha kalkmayacağını öğrendim. Tırcılar sağolsunlar, bakın karnınız falan acıktığında çekinmeyin buraya gelin, bizim burada mangalımız ve her türlü yiyeceğimiz var, seve seve sizinle paylaşırız. dediler.

Öğlene doğru Asuncion’dan kalkan otobüs artık nasıl geçtiyse o çamurlu yolları sınır kapısına geldi. Bir gün önce yolda kaldığını gördüğümüz otobüsü sorduk gelen şoföre. Adam, o hala orada tamirci bekliyor dedi. Neyse şoförle Santa Cruz’a ne kadara götüreceğini sordum. Otobüs normalde Mariscal’den kişi başı 50 dolar ama biz yarı yolda olduğumuz için üç kişi için 100 dolar istedi.  Kamyonet maceramız kişi başına 60 dolar zarara girmemizi sağlamıştı. Şoföre Santa Cruz’a kaç saatte varırız diye sordum.

Santa Cruz'a gideceğimiz otobüs

Santa Cruz'a gideceğimiz otobüs

Tanrı bilir, dedi. Belki  10 saatte belki 20 saatte belki de 2 günde dedi. Bu arada bizim gümrükçü fırsatı kaçırmayıp hemen otobüse atladı ve gözüne kestirdiği yakışıklı cinsinden turistlerden 3-4 tanesini otobüsten indirip gümrük kontrolü bahanesi ile teker teker Gümrük kulübesine soktu. Sanırım hepsi soyunup şeylerini bizim gümrükçüye göstermişlerdi. Zira otobüse bindiklerinde hepsinin yüzleri kıpkırmızıydı.

Yola çıktıktan sonra gerçekten de şoförün dediği gibi tanrıya emanet gittiğimizi anladım.

3 Responses to Burası Paraguay! Buradan çıkış yok! (Vol. IV)

  1. arda

    Ha ha ha ha….. Gümrükçü abi imparatorluğunu kurmuş anlaşılan….Karışan yok görüşen yok, Epey bi macera şaka maka…. Tüm bu olanlardan sonra iyi bi tatile ihtiyacınız var belli…. Bikaç gün rahat-sakin bi yerde kafanızı dinleyin bari… Bu arada şimdiye kadar yaşananların tek faydası biraz kilo vermek oldu sanırım… :-)

    • Koray Doğan Üresin

      Daha tartılmadım ama 5-6 kilo verdim herhalde :) Santa Cruz’da Gönenç için ispanyolca kursu ve kalacak yer bulacağız. 2 gün sonra ben arkadaşlardan ayrılıp seyahate tek başıma devam edeceğim. Buradan SAmaipata’ya sonra ise Che’nin öldürüldüğü kasabaya gideceğim. Oradan artık Sucre olur, Uyuni olur bilemiyorum.

  2. ersoy

    ahın tuttu, dün buenos airesi sel bastı, hostelin çatı çöktü, giriş battı.. hemen benim kogusa gittim, temizdi :)

Bir cevap yazın