Samaipata’da iyice dinlenip güç topladıktan sonra Che Guevara’nın öldürüldüğü kasabanın bağlı olduğu Vallegrande’ye gitmek için yola çıktım. İşin doğrusu Che Guevara’nın ölümünün turistik faaliyet haline gelmesini hiç içime sindirmediğim halde sırf blog için gitmeye karar vermiştim.
Samaipata’da bir otobüs terminali yok kasabanın içerisinde Santa Cruz’a çalışan taksi dolmuş yazıhaneleri var. Sordum soruşturdum ya Santa Cruz’a geri dönüp Vallegrande otobüsüne binmek gerekiyormuş ya da ana yola çıkıp Santa Cruz yönünden gelen otobüslerden birini durdurup Vallegrande’ye gidiliyormuş. Santa Cruz’a geri dönmek işime gelmediği için anayola doğru yürüdüm.
Anayolun girişinde bir gişe var. Bolivya’da stabilize yollarda bile gişe var para ile yola giriş yapabiliyorsunuz. Gişenin üzerinde büyükçe bir gölgelik vardı. O gölgeliğin altına sığınarak beklemeye başladım. Arada tek tük araç geliyor gişeye yanaşıp para uzatıyorlar. O para uzatma ve bilet bekleme anlarında bir koşu şoförlerin yanlarına gidip ne yöne gittiklerini, beni Vallegrande’ye atıp atamayacaklarını soruyorum. Bu şekilde bir kaç araca sorduktan ve red cevabı aldıktan sonra iki çocuklu bir aile arabaları ile gişeye yanaştı. Ailecek bolivya turuna çıkmışlar ve Vallegrande’ye gidiyorlarmış. Sağolsunlar beni de arabalarına aldılar. Beni tanıyanlar bilirler çocuklarla aram fazla iyidir. Arabaya bindikten sonra çocuklarla hemen arkadaş olduk. Çantamdan çıkardığım iki paket çikolatalı bisküvi ise arkadaşlığımızı iyice pekiştirdi.
Güle oynaya güzel bir seyahat yapıp Vallegrande’ye vardık. Öğlen olduğu için kendime kalacak yer bakmadan önce karnımı doyurayım dedim. Vallegrande kasaba irisi küçük bir yerleşim. Tüm Latin yerleşimleri gibi kocaman kiliseli bir meydanı var. Zaten kasabada kiliseden daha büyük bir bina da yok. Meydandaki bir cafe-restoran karışımı yere oturup siparişimi verdim. Bu sırada yan masada oturan 40’lı yaşlarda iki adamla sohbet etmeye başladık. Adamlar Santa Cruz’danmış bir tanesi avukatmış diğeri ise dil profesörü. Dil profesörü alabildiğine esmer tenine tezat sapsarı saçları ile dikkat çekiciydi. Anne ve babası Almanmış ve bu doğmadan önce Bolivya’ya yerleşmişler. Bizimki Bolivya’da doğmuş ve çifte pasaporta sahipmiş. Sarı saçları ailesinden miras. Avukat olanın müvekkilinin duruşması için gelmişler Vallegrande’ye ve avukatın müşterisinin serbest bırakılmasını bekliyorlarmış. Bir süre havadan suda konuştuk. Bu arada ilginç bir şey var. Geçen seyahatimde herkes Türkiye’yi Lübnan, suriye gibi ülkeler ile karıştırırken bu kez herkes bizi Yunanistan ile karıştırıyor. Daha önceden sohbet ettiğim en az 10 kişi gibi bunlarda “Sizin ülkenizde şu an çok kötü ekonomik kriz var değil mi? Atina fena karışmış” diye sorular sordular.
Neyse bir süre konuştuktan sonra bana La Higuera’ya (Che Guevara’nın öldürüldüğü köy) gitmeyecek misin, diye sordular. Onlara kente yeni geldiğimi, kalacak bir yer ayarladıktan sonra oraya da gitmek istediğimi söyledim. Avukat olan, müşterim içeriden çıksın biz oraya gideceğiz gezmek için, arabamız da var, istersen seni seve seve yanımızda götürürüz, dedi. Ama 1-2 saat daha sürer müşterimin içeriden çıkması, istersen sen git kalacak bir yer ayarla, işin bittikten sonra burada buluşalım, diye de ekledi. Tamam diyerek yanlarından ayrıldım ve bir taksiye atlayıp terminale gitmeye karar verdim. Terminalden Sucre’ye otobüs saatlerini öğrenip bavulumu emanethaneye bıraktıktan sonra adamların yanına dönüp Che’nin öldürüldüğü kasabaya gitmeyi planlıyordum.
Taksici Che’nin mezarını gördün mü diye sordu. Adama daha La Higuera’ya gitmediğimi öğleden sonra gideceğimi söyledim. Adam, yok dedi onu kastetmiyorum burada hemen terminalin ilerisinde Che için yapılmış bir mezar var istersen terminalden önce oraya gidelim dedi. Tamam, dedim.
Adam ben, ilkokula benzer iki binanın önüne getirip, işte burası, dedi. İndim iki binanın arasındaki kapıdan bahçeye geçtim. Bir tane yüzme havuzu ve havuza giren 5-6 genç dışında bir şey yoktu bahçede. Dışarı çıkıp beni bekleyen taksiciye hani nerede? İçeride sadece havuz var, dedim. Adam eliyle bahçe duvarının hemen önünde bir taşı gösterdi, işte görmüyor musun, dedi. Che’nin grubundan ölen 12 gerilla için simgesel bir taş koymuşlar. Anıtın fotoğrafını çekerken, La Higuera’ya gitmeyi içimin kaldırmayacağını anladım. Sırf bloğa iki satır yazı yazabilmek için oraya gitsem, yaptığım şeyden dolayı yıllarca kendimi kötü hissedeceğim. Gerçekten çok garip bir şey, Che Guevara bir şeylerler için mücadele verirken öldürülüyor ve yıllar sonra insanlar gayet turistik kaygılarla onun öldürüldüğü yeri ziyaret ediyorlar. Bilmiyorum bu bana çok garip ve hissiz bir şey gibi geliyor. Taksiye bindiğimde kararımı vermiştim Che’nin öldürüldüğü köye gitmeyecektim. Adama Terminal lütfen dedim.
Vallegrande’nin terminaline vardığımda Sucre’ye otobüs kalkmadığını öğrendim. Sadece Santa Cruz ve Cochabamba’ya otobüs vardı. Santa Cruz’a o kadar saat yol yapıp geri dönmek akıl karı değildi. Cochabamba ise kuzeydeydi, benim planım Sucre-Potosi-Uyuni rotasını yapmaktı ve planlarıma tamamen tersti. Terminaldekilere başka bir alternatif olup olmadığını sordum. Bana Sucre’ye 5-6 saat mesafede Serrano diye bir kasaba olduğunu, Santa Cruz’dan Serrano’ya her gün otobüs kalktığını ve Santa Cruz’dan kalkan Serrano otobüsünün her gün saat 2’de Vallegrande çıkışındaki benzinciye yanaştığını söylediler.
Saatime baktım ikiyi çeyrek geçiyor. Tanrım! Hemen bir taksiye atlayıp Serrano otobüslerinin yanaştığı benzinciye gitmesini söyledim. Adam, ohoo o otobüs çoktan geçmiştir, diye sırıttı. Olsun dedim, sen bas gaza belki yetişiriz. Vallegrande’nin bol çukurlu toprak yollarında son sürat ilerlemeye başladık. Son sürat dediğime bakmayın. Yollar o kadar kötü ki en fazla 20 km hızla gidebiliyoruz.
Benzinciye vardığımızda şansımıza otobüs hala kalkmamıştı. Bavulumu otobüse yerleştirdim. Bolivya benzeri toprak yolların sık olduğu ülkelerde bavulu bagaja koymamak gerekiyor. Eğer bagaja koyarsanız yolculuk bittiğinde üzeri kil ile kaplanmış bir bavula sahip oluyorsunuz. O yüzden bavulumu yanıma alarak koltukların üzerinde yer alan göze yerleştirdim. Otobüsün koridoru gıda yüklü çuvallar, koli koli civcivler ile dolmuştu. Üzerlerinden atlayarak ilerledim. Otobüs yarı yarıya boştu bu da ayakta yolculuk yapmayacağım anlamına geliyordu. Sevinerek beğendiğim bir koltuğa yerleştim.
Che Guevara’nın gerilla faaliyeti için bu bölgeyi seçmesine şaşmamalı Vallegrande, Serrano arası tamamen dağlık bir bölge ve asfalt yol yok. 3 saat dağlar içerisinde yol aldıktan sonra La Higuera yol ayrımına geldik. Yol ayrımında dört Arjantinli gezgin bekleşiyordu. La Higuera’dan geliyorlarmış. Onları da aldıktan sonra yola devam ettik. Yolculuk gerçekten de çok çetin geçti. Yol boyunca 2 kere otobüsümüz bozuldu, tamir edilmesi için bekledik. Bir de otobüsün bir sorunu vardı gülmeyin sakın araba-motor işlerinden hiç anlamam ama sanırım vites değiştirirken bir sorun yaşıyordu otobüs. Otobüs giderken vites değiştirme sesi geliyor ama vites bir türlü geçmiyor otobüs duruyordu. Yaklaşık 70-80 kere de bu yüzden durduk. Her vites geçmediğinde muavin aşağı atlayıp otobüsün arka tekerine taş koyuyordu, şoför ise 5-6 dakika vites geçirmeye çalışıyordu. Böyle dura kalka 10 saat sonra Serrano’ya vardık.
Serrano bildiğiniz köy. Gece 12’de oraya vardığımız için her yer kapalıydı. Otobüs yazıhanesinin hemen yanında bir çorbacı vardı o da 20 dakika sonra kapatacakmış. Arjantinliler ile hemen oturup birer çorba içtik. Çorba 5 bolivianostu ve içerisinde yumruğum kadar bir et parçası vardı. 10 saatlik yolculuktan sonra çorba kendime gelmemi sağladı. Arjantinliler ile sohbet ettik onlar da Sucre’ye gidiyorlarmış. Hep beraber geldiğimiz otobüsün şoförüne Sucre için otobüsün ne zaman kalktığını sorduk. Sabah saat 7’de kasaba meydanından kalktığını söyledi. Adama bu kasabada 24 saat açık bir cafe ya da rstoran var mı, nerede bekleyebiliriz sabahı diye sorduk. Adam mecbur dışarıda bekleyeceksiniz ya da bir otele gideceksiniz dedi.
Arjantinliler ile beraber çaresiz kasaba meydanına doğru yürüdük. Kasaba meydanındaki parktaki banklara eşyalarımızı yerleştirip ne yapacağımızı tartıştık. 7 saat beklemek için otele gitmenin, masraf yapmanın anlamı yoktu. Banklarda sabahlamaya karar verdik. Bizimkiler hemen termoslarını çıkarıp mate hazırladılar. Bana da ikram ettiler. Bir süre havadan sudan sohbet ettik. Bu arada hava buz gibiydi. Bir yandan konuşuyoruz bir yandan titriyoruz. Bavulumdan 2-3 tişört çıkarıp üst üste giydim onların üzerine ise sweatshirt geçirdim. En üste ise bir tane yün hırkam vardı onu giydim. Ama baktım hala üşüyorum. Bu kez pantalonumun üzerine eşofman onun üzerine diğer pantalonumu giydim. Bavulumu bankın üzerine koyup onun üzerine uzandım, yastık olarak da sırt çantamı kullandım. Üzerime de İberia’nın hediyesi (hediye ettiklerinin farkında olmayabilirler) battaniyemi örttüm. Bir süre sızmışım. Sabah 5 gibi dişlerimin zangırdama sesine uyandım. Bizim Arjantinliler hala uyuyorlardı. Titrememi azaltmak için ayağa kalkıp zıplamaya, hareket etmeye başladım. Bu arada kasabada yaşam başlamıştı. Sokaklarda tek tük de olsa insanlar gözükmeye başladı. Sabah 6’da ise el arabaları ile ekmekçi kadınlar geldiler. Onlardan aldığım ekmekle karnımı doyurdum. 6:30 gibi otobüsün kapısı açıldı ve eşyalarımızı otobüse yerleştirdik.
O kadar yorulmuşum ki otobüs hareket ettiğinde hemen sızmışım. Uyandığımda Sucre yakınlarında dağ başında bir yerdeydik ve hareket etmiyorduk. Yol yapım çalışmaları varmış, dinamit patlatmışlar o yüzden geçişi 1 saatliğine durdurmuşlar. Bir saat boyunca yolun açılmasını bekledikten sonra otobüsümüz hareket etti. Sucre’ye vardığımda öğlen olmuştu.
5 Responses to Sucre yollarında
Insan gene de gider ya mezarliga. Birileri turistik amaca cevirdi diye vazgecmeyeydin keske. O degilde Sucre’nin son fotografini Turkiye’den bir kasaba ya da yeni yapilanan bir ilce merkezi desen ben yerdim bu ambiyanstan dolayi. Kamyon favorim oldu hahahaha. Sana dagcilik tavsiyesi, kat kat giyinmek baskidan dolayi kan akisini yavaslatir daha cok usursun. Oralarda yoktur ama buradan yun iclik goturecektin ya da parayi verip termallerden alacaksin. Kisa bilgiden sonra internete girdigin yeri de fotograflamissin gozumden kacmadi.
Şili’ye gitmeyecek misin ? gideceksen ne zaman gideceksin ? bir Inti-Illimani plağı almadan dönmek bence ..
dönme : )
Şili’ye gideceğim elbette, Sadece Inti Illimani değil Los Jaivas, Victor Jara, Quilapayun, Violetta Parra, İllapu plakları da almak lazım :)
mahçup oldum şimdi sen külliyata baya hakimmişsin .. e haliyle tabi.