Robinsonluk senin neyine iki balık tutamıyorsan

Dibulla’da çadırı kurduktan sonra mutlu mesut bir Robinson hayatına başladım. Dibulla hakkında önceden de bilgi vermiştim. Küçük bir balıkçı kasabası olan Dibulla’da çeşme suyu sadece kasabanın  belli bölgelerinde var. Elektrik deseniz haftada en az 2-3 gün elektrikler gün boyu kesik oluyor. Ancak kasabadaki tek internet kafede elektirik kesik değilken çok yavaş bir hızla internete girerek dünyaya bağlanmanız mümkün. İnternet bağlantı hızı  o kadar yavaş ki  değil bloğa yazı yazıp fotoğraf yüklemeyi, sitedeki janjanlı harita yüzünden kendi bloğuma girmek bile mümkün olmadı. O yüzden bu uzun soluklu robinson hayatım boyunca bloğa yazı yazamadım.

İlk iş çadırımı arkadaşım Teresa'nın lokantasının önüne çektim

İlk iş çadırımı arkadaşım Teresa’nın lokantasının önüne çektim

“Hadi ordan, bir çadır kurdun diye hemen kendine Robinson payesi verdin, olur mu böyle” dediğinizi duyar gibiyim. Sevgili takipçilerim ister inanın ister inanmayın gerçekten de tam Robinson kıvamında bir hayat yaşadım Dibulla isimli bu şirin kasabada. Öncelikle bu kasaba sayesinde atalarımızın avcılık toplayıcılık günlerine geri döndüm. Sahil boyunca uzanan Hindistan Cevizi, Mango ve badem ağaçları sayesinde günlük tayınımı çıkardım.  Hatta hiç ele güne karşı ayıp olur diye düşünmeden sabah kahvaltılarımı kasaba içindeki mango ağaçlarına tırmanıp, ağacın bana sunduğu mangolarla yaptım. Gidenleriniz bilir Aydın’da şehrin içi tamamen turunç ağaçları ile süslenmiştir. Hatta kente ilk defa gidenler dallardan sarkan olgun turunçları görüp “kente bak cennet gibi sokakta bedava portakal var” diye şaşkınlık çığlığı atar. İşte dibulla’da da aynı Aydın’daki turunç ağaçları gibi kaldırımları mango ağaçları süslüyor. Bu nimetten fazlası ile yararlanmayı ihmal etmedim.

Köy sokaklarındaki sıra sıra ağaçlar vazgeçilmez kahvaltı mekanlarımdı

Köy sokaklarındaki sıra sıra ağaçlar vazgeçilmez kahvaltı mekanlarımdı

Robinsonluğum sadece toplayıcılık ile sınırlı sanıyorsanız yanılırsınız. Çadırımı kurduktan sonra ilk işim kendime bir misina takımı almak oldu. Plaj ve nehir boyunca misinam ile balık avlamak için gece gündüz uğraştım. Teresa ve annesinin “güneş altında balığa çıkma bak zenci olursun” uyarılarına kulak asmadan her gün balığa çıktım bu yüzden Türkiyeye hafif zenci olarak döneceğim sanırım. Peki bu kadar uğraş sonucu  balık tutabildim mi? Elbette hayır. O kadar emek karşılığı tuta tuta bir tane balık tuttum. 20 cm boylarında kedi gibi bıyıklı bir balık. Keşke babamla daha çok balığa çıksaymışım da işin inceliklerini öğrenseymişim diye kafamı hindistan cevizi ağaçlarına çok vurdum.  Benim bu umutsuz balık tutma uğraşlarım bir tek dibulla sahilleri Yengeç topluluğunun işine yaradı. Oltamın ucundaki yemlerle kendilerine bir güzel ziyafet çekti hain yengeçler. oltayı denize atıyorum, birden oltanın ucunda bir hareketlilik, aha balık diyerek, çekiyorum oltayı  ki hain yengeç. O kadar çok yengeç çektim ki kıyıya anlatamam. İlk başlarda bir güzel haşlayıp yiyeyim bu hain yengeçleri diye düşündüysem de keratalar hain oldukları kadar da şirinler, öldürmeye kıyamadım.

Dibulla’daki çadır yaşamım boyunca günlerimin büyük kısmını ağaçlardan beleş mango, badem, hindistan cevizi toplayarak ve balık avlamaya çalışarak geçirdim. Gelelim kendime Robinson payesi vermeme neden olan bir diğer şeye. Yukarıda da dediğim gibi Dibulla’nın bazı kısımlarında belediye suyu yok dolayısı ile çadırıma çeşme bağlatma şansım olmadı. Havalar malum sıcak insan sürekli banyo yapma ihtiyacı duyuyor. İlk iki gün ne yapacağımı bilemeyince keçi gibi kokmaya başladım. Yahu nasıl banyo yaparım diye kara kara düşünürken  nehrin denize döküldüğü yere birikmiş kadınlar dikkatimi çekti. Ne yapıyorlar orada acaba deyip merakla yanlarına sokuldum.  Kadınlar türkü çığıra çığıra (gerçi burada cumbia çığıra çığıra demek daha doğru) yanlarında getirdikleri çamaşırları nehirde bir güzel çitiliyordu, bir kaç tanesi ise yıkanmamak için yaygara koparan çocuklarının kafalarından sıkı sıkı tutmuş sabunluyordu. biraz ileri de ise motorsikleti ile gelmiş 25 yaşlarında bir genç şampuanlanıyordu. Manzarayı görünce aha banyoyu buldum sonunda diyerek coşkuyla çadırıma koşup hemen sabun ve şampuanımı aldım. Nehre girip bir güzel kendimi çitileye çitileye sabunladım. İlerleyen günlerde de Ganj nehrinde yıkanan hint fakiri misali hep nehir banyosunu kullandım.

Benim 5 yıldızlı banyom yanında Ganj nehrii de neymiş

Benim 5 yıldızlı banyom yanında Ganj nehrii de neymiş

Şimdi biliyorum çevreci refleksleri gelişmiş bazı okuyucularım bana “balıklar o sudan içiyor neden kirlettin banyo yaparak o suyu ” diye kızacaklar.  Ama ne yapayım başka çarem yoktu. Banyo yapamamak kadar kötü bir şey yok sanırım hele bu sıcaklarda. Ya banyo yapmayıp hastalanmayı göze alacak ya da çevreyi biraz kirletecektim. Ben ikinci seçeneği seçmek zorunda kaldım. Kaldı ki tamam biliyorum bahane değil ama, dibulla sakinleri bırakın nehirde banyo yapmayı, ç.amaşır yıkamayı, nehir kenarına merdaneli çamaşır makinası getirip nehir suyu ile çamaşırlarını yıkıyorlardı.

Bugünlük bu kadar yakınma yeter diyelim. Yarın çadır yaşamının ve Dibulla’nın güzelliklerinden bahsedeyim.

 

 

 

 

9 Responses to Robinsonluk senin neyine iki balık tutamıyorsan

  1. naz

    kim ne derse desin.. banyon çok güzelmiş :)) yazının devamını bekliyoruz..

  2. Çağrı Mustafa Alkan

    Hiç sıkılmadan, bir solukta okumak tabirini bir kez daha burada gördüm. Yazının devamını bekliyorum :)

  3. Çağrı Mustafa Alkan

    Halen bahsetmediniz, merakla karışık heyecanlı bir bekleme içinde olduğumu bilin istedim :)

  4. Yalçın Aydın

    Suda çözünebilen zararlı olmayan şampuan ve sabunlar var, tekneciler kullanıyormuş sanırım ama ben buralarda bulamadım bir türlü, ondan almak lazım:)

  5. Kemal Kaya

    çadırı kurduğu yere bak! :)

Bir cevap yazın